Yavuz Bülent Bakiler, 90’lı yıllarda İstanbul Türk Edebiyatı Vakfı’nda yaptığı bir konuşmada; ‘Babam, beni edebiyatla terbiye etti’ diyordu. Anlaşılan; terbiye ve eğitim, edebiyatla başlıyordu. Zira; her ikisinin kökünde de var olan şey; edepti.
Edebiyat, edepli bir duruşun ve edepli bir bakışın, saygı ve sevgiyle kelimelere dökülen şekliydi. Bu da ancak, eşyanın tabiatı karşısında edepli bir duruşla, sakin bir dokunuşla, kelimelere dökülen ve cümlelerle ifade edilen muhabbet ve sevginin adıydı. Yani; edebiyat, sevgi ve saygı dolu insanların mesleğiydi.
Saygısızca bakılan ve sevgisizce horlanan eşya ile edebiyat yapılamadığı gibi, edepsiz bir edebiyatla terbiyeye ulaşmak son derece zordu.
2000’li yılların başıydı. Kendisini edebiyatçı diye ifade eden, ancak edepten mahrum bir kısım arkadaşların, bir gün ortamına düşüverdim. Konuşmalarında tarihe mal olmuş Türk büyüklerine, edebiyatçılarına, müzisyenlerine, ressamlarına, heykel tıraşlarına, kısacası; Türk Milletine topyekün hakaret ediyorlardı. Milletin tarihiyle barışık olmayan, Türk edebiyatına küskün, müziğiyle kavgalı, resmiyle çatışma içinde ve Türklüğü reddeden bu insan grubu, kendilerini edebiyatçı zannediyor, estetik ve güzellik adına hakaret, tahkir ve küfür üretiyorlardı.
Kendilerine, Türk milletinin adıyla dahi barışık olmadan, edebiyat yapılamayacağını, bir roman yazılamayacağını, şiir okunamayacağını anlatmaya çalıştımsa da; dedikodu bataklığında debelenen bu şeni zümre, biraz önce milletin tarihine, edebiyatına ve kültürüne hakareti ve istihfafı (küçük görmeyi) bırakıp, şahsıma yönelmeye başladıklarında, içinde edebiyatın olmadığı edepsiz bir toplumda olduğumu anladım. Zira bu şahıslar, edebiyat sevgisi içinde olmadan terbiye almış biedep insanlardı.
Bu insanlara ben, Türk Milleti sevilmeden, tarihine ve kültürüne saygı duyulmadan, bir roman yazılamayacağını, bir kahraman oluşturulamayacağını anlatmaya çalıştım. Sevgisiz bakan bir gözün, bu milletin tarihinde; sadece hain göreceğini, geçmişte üretilen binlerce değerin, doğru algılanamayacağını ve gelecek nesle bu değerlerin bir edebiyat ile aktarılamayacağını söyledimse de nafile!
Kendisi ile kavgalı, sevgi ve saygıdan mahrum, edepli bir duruşu olmayan, yarı külhan bey tavrı içerisinde, eşyada, sadece noksan arayan bir gözle, duasız söz ile yapılan veya yapılacak şeyin sanat ve edebiyat değil; sadece hakaret olacağını vurguladım. Bu söz ve davranışları samimiyetsiz, köksüz ve merhametsiz bulduğumu ifade ettim.
Yavuz Bülent Bakiler ağabeyin, 1990’lı yıllarda İstanbul Edebiyat Vakfı’nda bahsettiği ve babasının kendisini terbiye ettiği edebiyat; Türk Edebiyatı’ydı! İnsanların eksikliklerini, hatalarını insafsızca ve adaletsiz bir şekilde, maksatlı olarak söze dökmek, aslında; özü kirletmek demektir. Bu bereketsiz sözlerle ne edebiyat yapılabilir, ne terbiye vücuda getirilebilirdi. Ve getirilmedi de.
Söz konusu edebiyat hocalarının yüz yıldır üretip sokaklara saldığı nesil; işte bu ağzı kalabalık, kalbi dağınık, bakışları yorgun ve kopuk sokak nesliydi. Edebiyat nesli değildi.
Herkese sevgi ve selamlarımla…